YERLİLİK BAĞLAMINDA BİR KİLOMETRE TAŞI OLARAK
ANADOLU POP VE ALPAY
Türkiye’nin 1960’lı ve 1970’li yılları bir daha kolay kolay
yakalanamayacak kombinasyonları 20 yıllık zaman dilimi içerisine
sığdıran anlamlı bir dönemin etiketi gibidir. Küreselleşme sürecinin
belirgin anlamda ilk kez ortaya çıktığı, suni peyklerin fezada salınıp,
kah soğuk savaş serenatları, kah uzağı yakın eden iletişim ağlarını
teşkil ettikleri bu dönemde o zamana kadar önplanda olmayan batı müziği
türleri hızla ülke sathında yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu yaygınlaşmanın
27 Mayıs ihtilali ile eşzamanlı olarak tesadüf etmesi sonucunda batı
müziğinin zati kültüründe olmadığı pek çok ülkeye kıyasla daha yerli ve
melez bir müzik oluşmaya başladı. ANADOLU POP VE ALPAY
Bu refleksin cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan kültürel politikanın kazandırdığı bir haslet olduğu kuşku götürmez. Türk 5’lileri vs. derken tutmadığı düşünülen bu politika önce operetlerde, sonra Celal İnce’nin 1950’lerde kaydettiği Adanalı taş plağında kabul görmüş ürünler sınıfına katıldılar. Türk’ün, özellikle de kent soylu Türk’ün batı müziği ile imtihanı hiç de fena gitmiyordu.
1960’larda kent soylunun hem batıya hem de Anadolu’ya teveccühü artan bir hızda sürdü. Zaman 27 Mayıs sonrası idi; halkın referansları ile kısmen de olsa barışmanın tam vaktiydi. İlham Gencer’den Gönül Yazar’a, Erol Büyükburç’tan Barış Manço’ya hemen herkes folklorik kaynağı eşelemeye başlamıştı. Bu süreçte, 1938 doğumlu hukukçu, reklamcı, futbolcu,asteğmen ve mahcup şarkıcı Alpay Nazikioğlu, bir öncü olmamakla beraber içine girilen süreci doğru bir biçimde tercüme eden bir mantığa sahipti.
Alpay’ın ilk dönemi çoğunlukla İngilizce ve İspanyolca cover ve özgün besteye dayanmakla beraber kariyerinin ilk şarkısının Kara Tren olması gayet ilginç ve manidardır. 1963 yılında henüz sahneye çıkmaz iken Doruk Onatkut orkestrası ile kaydettiği Kara Tren Türkiye radyolarından Alpay’ın sesinin duyulmasını sağlamıştı.
Kara Tren, 1964 sonrasında bu kez Alpay’ın ilk grubu olan Arkadaşları eşliğinde yeniden kaydedilecekti. Kendi kurduğu Penguen plakları kapsamında yapılan çoğu yerli beste olan İngilizce ve İspanyolca şarkıların arasına Kara Tren’in yanısıra, Gelin Ayşem ve Efem de eklenecekti. Alpay’ın reklamcı olması (Pınar Reklam) TPAO için hazırlanmış bir plakta bu 3 şarkının daha geniş kitlelere ulaşmasında etkin olmuştu. Sözkonusu plak, Alpay’ın sesinden okunan halkın TPAO’yu sahiplenmesi için hazırlanmış bir metni barındırmıştır. Bu metnin geri planında da ilk dönem elektronik müzik/concrete musique tınılı bir eşlik yer almaktadır.
O dönemde Alpay’ın arkasında alabildiğine yetkin ve ufku açık bir topluluk vardı: Alpay ve Arkadaşları... Piyanoda Murat Sungar (Sweaters, SSS Sextet üyesi, Büyükelçi, eski ABGS Genel Sekreteri), basta Şanar Yurdatapan (Kuyruklu Yıldızlar üyesi ve Alpay’ın kuzenidir. Babası Danyal Yurdatapan asker kökenlidir ve 27 Mayıs sonrası valilik görevi yapmıştır.), davulda Durul Gence’nin (Somer Soyata, Sweaters ve SSS Sextet üyesi) çekirdeğini oluşturduğu grupta, gitarları bir dönem Robert Anglin, ama çoğunlukla Tarık Öcal (Vikingler üyesi) çalmıştır. Yalçın Ateş de zaman zaman grubun kadrosunda görünmüştür.
1966 yılına kadar Burak Gürsel (Büyükelçi) başta olmak üzere yerli bestekarların yabancı dildeki eserlerini seslendiren Alpay, o yıl Sayan hesabına yaptığı bir EP’de Kirpiklerin Ok Ok Eyle türküsünü seslendiriyordu. Zorlama bir köylüleştirme ile yorumladığı bu türküler sanki yabancı aksanıyla yapılan folklorik düzenlemelere karşı bir tepki gibidir. Öte yandan ne Alpay’ın ne de diğerlerinin sahiciliğinden bahsetmek için henüz çok erkendir.
1970’lerin başında Alpay’ın Diskotür ile çalışmaya başlaması (öncelikle Disko) Antuan Şoriz’in genç dimağlara açık prodüksiyon mantığıyla yenilenme imkanı bulmasını da beraberinde getirdi. Bu isimlerden biri Bora Ayanoğlu idi. Fabrika Kızı ve Tren gibi Alpay’ın salon şarkıcısı imajından sıyrılıp dönemin rengine uygun bir Donovanvari duruş kazanmasına yardım etti. Bu dönem, Alpay’ın gerçek anlamda yerli besteyle tanışmasını da kendiliğinden getirdi. Suna ve Akça Kızlar plağında ise Yalçın Tura mantığına yakın bir folklorik yaklaşımı benimsedi. Diskotür dönemi özellikle ilk yıllarda bir seri üretim görüntüsü veren Alpay, kitlelerle en doğru iletişimi kurabilmek için türler arası bir rota izledi.
Anadolu Pop akımının tüm hızıyla sürdüğü bu döneme Alpay’ın gerçek anlamda ilk katılışı 1972’de “Dağların Gözyaşları” ile oldu. Dağların Gözyaşları, Alpay’ın folklorik düzenleme mantığının tamamen rock yönüne kaymasını sağlayan bir eser olması bağlamında bir dönüm noktasıdır. Bu plakta Alpay sürekli bir eşlik grubuna kavuşmuş oldu. Plaklarında açıkça belirtilmese de Alpay’a eşlik eden bu ekip Ankara’nın ünlü psychedelic gruplarından biri olan Oksijenler’di.
Oksijenler ekibinden Ferit Ergin, Dışişleri Bakanlığında çalışıyordu. Dışarıda çalışma yasağına karşılık o da sahneye uzun saç peruğuyla çıkıyor ve plaklarda beste hanesinde ismini “Feridun Erginer” olarak yazdırıyordu. Ferit Ergin, gitarın yanısıra rock tavırlı bağlaması ile de Alpay’ın o dönem soundunu zenginleştiren bir müzisyen oldu.
1972 yılında Alpay’ın bu kez 3 Hürel grubu ile birleştiğine şahit oluyoruz. Alpay’ı anadolu pop tarzında süreklilik kazandıran bu birleşme “Aşk Böyledir-Gönüllerde Bahar” plağını beraberinde getirdi. Tipik Hürel soundundaki plakla başlayan beraberlik konserde grubun sade yapısının Alpay’ın konvansiyonel repertuvarını karşılamada yetersiz kalması sonucunda uzun süreli olamadı.
Bu plağı takiben Alpay, Oksijenler ile birlikte 1973’de Can Karagözlüm plağını yaptı. Aynı yıl yayınlanan 7 Dilde Alpay uzunçalarında Dağların Gözyaşları yeniden icra edildi. Yine 1973’de yapılan “Kalenin Bayır Düzü-Köylü Kızı” 45’liği ile bu kez anadolu pop denemelerinde rafine bir tını yakalamış bir Alpay ve Oksijenler ekibi vardır. Son Diskotür 45’liği olan “Ah Berelim”de ise bu kez Lüküs Hayat operetinden bir Cemal Reşit Rey eserinin ne denli anadolu pop mantığına uydurulabileceğinin gösterilmiştir. Böylelikle, yıllar öncesinin yerlileşme deneyimlerinden biri olan operet eserlerinden biri 70’lerin bağlamında anadolu pop sınıflandırması altında kendini yeniden üretmiştir.
Diskotür sonrası Ergin Bener’in Yonca şirketine geçiş yapan Alpay; o dönemde Türkiye’de yeni yeni kullanılmaya başlanan stereo kayıt ve 4 kanallı stüdyonun ilk denemesini de Yonca döneminde yaptı. Stüdyo Hayri’de yapılan kayıtta hem Ferit Ergin, hem de Zafer Dilek yer aldı. Yekte’nin kaydında ilk kez alaturka keman denemesine girişen ekip, Seni Dileniyorum’da da Uriah Heep’ten Titanic’e herkesi içine alan afro rock tarzına da göz kırpmayı ihmal etmedi. Kayıtlarda dört kanallı kayıt imkanlarının kullanımı ile sağlam bir groove yakalandı.
1974 yılında Ferit Ergin ve Talat Kurter’den oluşan bir ekiple yine bir progresif anadolu pop ürünü verdiler. Binali Selman’ın da eklendiği ekibin muhteşem işi bir Talat Kurter bestesi olan “Dağlar Engel Oldu Yol Bulamadım”dı. Ritm 68 kökenli bas gitarist Kurter, Alpay’ın bu dönemine sayıca az da olsa tesirli işler kazandıracaktı.
1974’ün 2.45liği yıl sonuna doğru yayınlanan “Ben Armudu Dişlerim”di. Bu 45’likte alaturka keman esprisi tıpkı Yekte’de olduğu gibi yeniden kullanılmıştı. Bu plağın hazırlanışında da Zafer Dilek yer almıştı. Ayrıca, bu plakta Ferit Ergin’in mesleki hayatını önplana çıkardığını, buna karşılık genç bir müzisyen olan Müjdat Akgün’ün gerek beste, gerekse performans ve düzenleme çerçevesinde Alpay’ın müzikal hayatında yerini aldığını görüyoruz. Nitekim, bu plağın arka yüzünde yer alan “Bak Kalbim” bestesi ile 1993 yılına kadar sürecek Akgün ekolünün başladığına da şahit oluyoruz. Akgün, anadolu pop’un yavaşlama kaydettiği ve yerini kentsoylu yerli bestelere bıraktığı bu dönemde Alpay için yeni bir Bora Ayanoğlu olacaktı.
1975 yılında Talat Kurter bestesi “Mecnun Derlerdi” ile sıcak anadolu pop dönemini bitiren Alpay, aynı plakta yer alan “Ayrılık Rüzgarı” ile “Esteralda Del Mar” günlerine hem dönüş yapıyor, hem de liste başı olmanın keyfini bir kez daha yaşıyordu. Bu ticari başarı böylesine güzel bir bestenin arada kaynamasına neden oluyordu.
Müjdat Akgün’ün Alpay’ın müziğine tartışmasız bir biçimde yerleşmesi ticari başarı sağlamayan; ancak Alpay’ın müzikal kariyerinde güzel bir parantez teşkil eden Güven Parkı uzunçaları ile oldu. Aslında sadece “Alpay” ismini taşıyan bu albüm tıpkı “White Album” gibi dinleyicilerce doğal süreç içinde Güven Parkı olarak adlandırılmıştı.
Senfonik rock ve rock opera tarzında olan yapıt, tıpkı Fabrika Kızı’nda olduğu gibi bu kez kente göç eden gündelikçi bir kadını konu ediyordu. Zafer Banu Hülya’nın vokal katkısında bulunduğu bu eser, ne var ki politize müziğin yükseldiği bir ortamda satış yapamadı. Bunun nedeni, büyük ihtimalle, dinleyicinin Alpay’dan beklentisinin üzerinde bir eser olması ve kalıplar içerisinde düşünmeye alışan dinleyicinin bu türü Alpay’a yakıştıramamasıydı. Bu anlamda Alpay’ın başına gelen bir nevi hayatında bir kez Türk Sanat Müziği albümü yapıp sattıramayan Mine Koşan durumuna benzer…Yani ne kemikleşmiş Alpay dinleyicisi bu türü benimsemiş, ne de politize müzik tüketicisi bu türe Alpay’ı layık görmüştü.
Bu dönem sonrasında da Alpay, zaman zaman anadolu pop türüne göndermeler yapan eserler üretti veya yorumlamıştır. Ancak, 1970’lerin ilk yarısındaki şiddetli dönem bir daha hiç yaşanmamıştır. Öte yandan, Alpay, gerek sahne repertuvarında, gerekse albümlerde bu eski türüne göndermeler yapmaktan geri durmamıştır.
Bu bağlamda, günümüze kadar olan anadolu pop göndermeli Alpay eserlerini kısaca zikredelim.
-Yeşil Gözlerin Sürmeli: 1979 yılında kurduğu vokal grubu Grup A adı altında kaydettiği bu çalışma funky bir gidişata sahip anadolu pop esintili bir yerli bestedir. Vokal grubu Müjdat Akgün, Alpay ve Ayşe’den oluşuyordu. Grup A, 1988 yılına kadar Alpay albüm ve konserlerinde yer aldı. Bu gruba 1987 yapım Hayalimdeki Resim albümünde Uğur adlı bir vokalist daha katıldı.
-Ben Giderim Yollar Gider: 1982 yılında yayınlanan Alpay 82 albümünde yer alan bu Levent Oner bestesi ilk olarak 1979 yılı Altın Mikrofon yarışmasında Coşkun Demir tarafından yorumlanmış ve hatta sanatçının sesinden plaklaştırılmıştı. Alpay versiyonunda ise ustaca kullanılmış fade efektleri, saz ve wahwah pedallı gitar uyuşumu ile 80’ler için gayet dolgun bir performans sunulmuştur.
-Dağların Arkasında Yar: 1994 albümü “Bu Kaçıncı Sevda”da yer alan bu çalışmada Erkan Oban bas gitar sololarıyla anadolu pop’tan ziyade 80’lerin özgün müzik furyasına yatkın bir yapı sergiler. Bu albümde ayrıca Yekte’nin yeniden düzenlenmiş hali vardır.
Alpay’ın müziğine anadolu pop çerçevesinden çok da uzak olmayan “yerlilik” bağlamında baktığımızda ise Alpay’ın Klasik Türk Müziği kapsamında da getirdiği özgün bir yaklaşım ve yorum farkı olduğunu görebiliriz. 1984 albümünde yer alan Zafer Sağlıksever bestesi “Derdimi Döktüm Ummana” ve 1991 albümü “Senin İçin”de bulunan Bora Ayanoğlu bestesi “Gözlerin Eski Bir Deniz Mavisi” Alpay’ın yorumladığı KTM izlenimli eserlere örnektir. Alpay, ayrıca 2004 albümü “Sessiz Kalma”da ise Abdullah Yüce’den tanıdığımız “Bu Ne Sevgi” adlı eseri de yorumlayarak birebir bu türün ürünlerini de döneminin popüler müzik eğilimlerine uygun olarak yorumlamaya açık olduğunu göstermiştir.
Özetle, Alpay, dünyada Tom Jones, Elvis Presley örneklerinde olduğu gibi popüler müzik kapsamında olabilecek her türlü işi içerecek bir yorumlama çerçevesine sahip bir anlayış ve kapasiteye sahip bir yorumcu olmuştur. Bu kapsamda, anadolu pop denilen tür de yerli bir damarı yakalamak, yani müslüman mahallesinde salyangoz satmamak anlamında uygulanacak formüllerden biriydi. Öte yandan, doğaldır ki bu geçiş müziği Alpay gibi çok boyutlu bir müzisyenin nihai formülü olmazdı. Nitekim bu dönem de bitti; ama sahnede “Yekte”, “Kalenin Bayır Düzü” ve hatta “Dağların Arkasında Yar” gibi tortularını bırakmayı da ihmal etmedi.
Münir Tireli
(Munimonde)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder